Artık son ayına girmiş olduğumuz 2025 yılı Aile Yılı olarak ilan edilmişti. Bu yılda tüm yönleriyle aileye vurgu yapılacak, aile öne çıkarılacak, zikirler ve zihinler aile ile meşgul olacak…
Peki neden?
Toplumun en küçük yapı taşı olan ailede, ailemizde artık dile getirilmesi, dillendirilmesi gereken sıkıntılar var. Ailelerdeki huzursuzluk ve mutsuzluk bir yana bu gün toplumumuzda evlenmek istemeyen ya da evlenemeyenlerin sayısı hızla artmakta, evlenme yaşı da epeyce yükselmiş bulunmaktadır. Bunun yanında evlenip de ayrılan çiftlerin sayısı küçümsenmeyecek kadar çokken, boşanmak için mahkemelerde bekleyen dosya sayısının da ha bire arttığı ifade edilmektedir. Tüm bunlara bağlı olarak nüfus artış hızı hızla düşmekte ve bu durumu, devletin zirvesindekiler toplumumuzun geleceği açısından “varoluşsal bir tehdit” olarak ifade etmektedirler.
Bu gün dünyada birçok ülke, bizim yeni tanıştığımız bu durumla on yıllar öncesinden tanıştı. Bu durum bizim aynı pozisyona düşmememiz açısından bir fırsat olabilirdi ama değerlendirilemeyip onların düştüğü duruma yıllar sonra biz de düştük.
Bizler, tanımsal olarak aileyi tanıdık veya tanıttık ama ruh olarak, öz olarak onu tanıması gereken yeni nesillere tanıtamadık. Varsa yoksa bireyselliği ve maddeyi öne çıkardık. Birilerinin erkek ve kadını her alanda yarıştırma zokasını yuttuk. Onlara bir bütün olma anlayışını telkin etmek yerine ayrı ayrı kişilik ve karakterlerini koruma yarışına soktuk. Kız olsun erkek olsun, alanında yetiştirilmiş ne kadar elemana ihtiyacımız var demeden tüm gençleri üniversiteli yaptık, okuttuk. Okuturken de onları öyle bir şartlandırdık ki “önce iş, sonra eş” dedirttik. Gördükleri eğitim üzere iş bulamayan bu gençler ne yazık ki eş bulma şansını da kayıp etti.
Burada, bu duruma düşmemizin sebeplerini sıralayacak değiliz. Ancak bu yılın aile yılı ilan edilmesine rağmen ailenin öne çıkarılamamasına değinmek istiyorum.
Aile ve çocuk sayısını artırma açısından yapılan bir- iki düzenlemenin dışında toplumun tamamının dikkatlerini üzerine çeken bir çalışma olmadı. Oysa olması gereken, çiftlere henüz evlenme moduna girmeden önce evliliğin, ailenin önemi, hatta kutsallığı telkin edilse… Okullarda, ders müfredatlarında bu kurumun insan için, toplum için ne kadar önemli olduğuna vurgular yapılsa… Kadın ve erkeğin “Sen sensin… Ben benim…” modunda bir arada tutulmaya çalışılması yerine, ailenin diğer fertlerini de bir birine bağlayan sevgi temelli bir birliktelik telkin edilse… Öyle ya; babanın değer verip sevdiği bir anneyi çocuklar neden değerli bulmasın? Annenin sevip saydığı bir babayı da çocuklar neden saygın bulmasın ki?
İster sosyal medyada olsun, ister tv dizilerinde konuyu sevgi temelli ele alan filimler, diziler gençlerin veya evlenme durumundaki çiftlerin zihinlerine düşürülse… Hatta evlenmeye karar vermiş olan çiftlere düğünlerinden önce evlilikle ilgili süreli eğitimler şart koşulsa… Her şeyin madde olmadığı, sevginin maddeden de önce geldiği telkin edilse diyorum.
Ve hatta diyorum ki, hani “Ömür Dediğin…” diye bir tv programı var ya; nihayetinde evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olarak hayatın son demlerini yaşayanların hayatını anlatan… Onun gibi, hiç evlenmeden hayatın sonuna gelmiş kişilerin de hayatını anlatan yapımlar insanlara sunulsa… O insanların duyguları düşünceleri de paylaşılsa…
Diyeceğim o ki; maddeyi esas alan evlilikler telkin etmek yerine sevmeyi, sevgiyi esas alan yuvaların kurulması telkin edilmelidir. Madde, evlilikler için günümüzde aşılması zor bir engeldir. Ama bir birine sevgi üzerinden yaklaşan iki gönül de samanlığı seyran görür.