Sevgili okur, merhaba.
Yolculuğumuzdaki yeni durağımız; “ev”. Bir yol, yoruldukça dinlenilebilecek bir durağı olduğu sürece daha sağlıklı/daha güvenli yürünür. Dinlenmek için tercih edilen durak ise, aidiyet hissi temelinde tercih edilir. Çünkü bir yol, aidiyet hissi duymadan devamlılığını sürdüremez. Aidiyet oluşumunu sağlayan temel unsur ise, kişinin bir nevi “kendini evinde hissetme” duygusudur. Bu nedenle “ev”; bir mekândan daha çok, bir his olarak karşımıza çıkar. Bu yazımda; aidiyet duygusunu oluşturan, bir mekândan ziyade bir his olarak insanları birleştiren o “ev” olgusundan bahsediyor olacağım. Unutmayalım ki, “evde hissetmek” ile “evde olmak” aynı şey değildir. Kişinin; devamlılığını sağlayabilmesi için, kendisini evde hissediyor olmasına ihtiyacı vardır.
Kişinin yaşadığı dünyanın merkezi olan, kişiyi dış dünyadan koruyan ve içselliğini geliştiren mekân; kişinin evidir. Ev, ‘kendimiz olabildiğimiz’ ve ‘kendimiz kalabildiğimiz’ yerdir. Saklandığımız, özdeşleştiğimiz, anlam bulduğumuz ve anlam verebildiğimiz en temel alandır. Ne kadar uzağa gidersek gidelim geri döneceğimiz yer, orasıdır. Bu nedenle çoğu insan, ‘ev’ gibi hissettiren bir yer oluşturma girişimi içerisindedir çünkü bireyin kendini güvende hissedebileceği bir grubun, ailenin veya mekânın bir parçası olmak istemesiyle açıklanabilen aidiyet duygusunun kazanıldığı yerdir ev. Aidiyet duygusu da güven ortamında oluştuğu için, güvenli bir alan olarak tanımlanabilmelidir kişinin evi. Tüm bunların yanında ev; bireyin özgür olabildiği, özgür hissedebildiği bir çatıyı barındırmalıdır. İnsan, dış dünya ile etkileşimine özel alanı olan eve ulaşarak ara verir. Ev; aile bireylerinin birlikte vakit geçirmesini kolaylaştırmanın yanında dinlenme ve rahatlama alanıdır. Dış dünyada yorulan, dış dünyadan ayrışmak isteyen ve dış dünyanın karmaşasından kurtulmak isteyen kişi; kendince bir özel yaşam alanı olan ‘evinin’ varlığına kavuşmak ister. İnsan, gün sonunda kendini bulabilmek ve kendisiyle kalabilmek için eve dönme gereksinimi duyar. Her yol, sonunda varılacak bir ‘ev’ hayali ile yürünür. Bu nedenle ‘ev’, insanın aidiyet duygusunu oluşturabileceği güven dolu bir sığınak olma mecburiyetini barındırır. Birey, bir ev oluşturmalı ve oluşturduğu evde devamlılığını sağlayabilmelidir. Aksi takdirde birey, kendini hiçbir yere ait hissedemediği derin bir yalnızlık içinde bulur. Bu yalnızlık, kişinin ‘sağlıklı bir birey’ olma yolundaki en büyük engelidir. Toplum, sağlıklı bireye; birey, birey olabilmek için bir eve ihtiyaç duyar.
Kişi, ailesinin içinde bulunduğu ‘ev’ kurumunu, kendi ‘evi’ olarak hissedemezse; kendine yeni bir ‘ev’ bulmaya çalışır. Ev; bazen bir mekân, bazen bir grup, bazense bir kişidir. Sağlıklı olan, kişinin kendi aile evinde ‘evde hissediyor’ olabilmesidir. Çünkü toplum, temelini aile kurumundan alır. Aile kurumunu koruyabilmek, kişiyi aile kurumu içinde mutlu edebilmekle mümkündür. Bu nedenle ‘aile evi’; kişinin uzaklaşmak istediği alanı değil, kalmak istediği alanı olmalıdır. Kişi; mutluluğu aramamalı, bulmalıdır. Mutluluğun en kolay bulunabileceği yer ise, güven ve sevgi dolu bir evdir. Kişi ancak kendi olarak kabul görebildiği, kendi olarak sevilebildiği ve kendi oluşunun kısıtlanmadığı bir “ev” ortamının varlığında kendini güvende hissedebilir. Mutlu/huzurlu/sağlıklı bir toplum için; kişiye güven dolu alanı sunabilmek, kişinin bu güvenli alanda kalmasını sağlayabilmek en temel sorumluluklarımız arasında olmalıdır. Bu bilinçle bir ‘ev’ oluşturulmalıdır.
Herkesin, “evde hissedebildiği” bir “evi” olabilmesi dileği ile…
Görüşmek üzere…