Sevgili okur, merhaba.
Yolculuk, insanda var olan iki unsur sayesinde bir anlam bulabilir. Bunlardan birisi mantık, diğeri ise duygudur. Birlikte çıkmış olduğumuz bireysel yolculuğumuzun bir ‘anlam’ı olması için; mantık ve duygu dengesini sağlayabiliyor olmamız gereklidir. Evet, ‘denge’. Duygu ve mantığın sağlıklı bir şekilde anlam kazanabilmesi için gerekli ve şart olan o uyum. Ancak dengeyi sağlayabildiğimiz sürece duygularımız, bizim kendi yolumuzdaki ilerleyişimizde bir basamak olabilir. Dengeyi sağlayamadığımız takdirde ise duygularımız bizim ilerleyişimizi duraksatacak birer prangalara dönüşüverir. Duygu, anlam kazanmalıdır. Anlam ise, bizi ileriye taşımalıdır.
Duygu. Mevsimler gibidir aslında. Bazen soğuktur bazen sıcak. Bazen yağmurludur bazen güneşli. Bazen açıktır bazen kapalı. Önemli olan hangi mevsimde olduğumuz değil, içinde bulunduğumuz mevsim ne olursa olsun o mevsimi sevebilme ve dolu dolu yaşayabilmektir. Bazıları yaz insanıdır, bazıları kış. Bazıları güneşi sever bazıları yağmuru. Fakat yaz da biter, kış da. Güneşli günler de son bulur, yağmurlar da. Peki, o halde; her şeyin bir sonu olduğu ve hiçbir şeyin sabit bir şekilde devamlılığını sağlamadığı bu dünya düzeninde ne yapmalı? ‘Yaşayabilmek’ için, yaşamın tadını alabilmek ve yaşamımıza bir ‘anlam’ katabilmek için ne gerekli? Bu sorulara verilebilecek yüzlerce cevap bulabiliriz. Tüm cevapların ortak noktası, bizi şu gerçekliğe itecektir. ‘Anı yaşamak’. Biz, var oluşumuzu anlamlandırabilmek için, içinde bulunduğumuz anı hissedebilmeye ve algılayabilmeye ihtiyaç duyarız. Anı, anda yaşayabilmeliyiz. İşte duygular da, bu kısımda devreye girmelidir. ‘An’ kısmında. Biz, duygularımızı ancak o anın içinde yaşayabilirsek hayatımıza olumlu bir anlam aşılayabiliriz. Duygular, saklanmamalıdır gizlenmemelidir ertelenmemelidir. Gecikmiş, geciktirilmiş duygular; günü geldiğinde tekrar açığa çıkarlar. Günü geldiğinde, gecikmişliğin acısını çıkarırlar. Çok daha güçlü bir şekilde varlığını hissettirirler. Yoğun duygular, başa çıkılamayacak birer gerçekliğe dönüşebilir. Bu nedenle anı anda, duyguyu da anın içinde yaşayabilmeliyiz. İfade edilemeyen hiçbir duygu yaşanmaz, yaşanamayan hiçbir duygu ölmez. Eşlik edilmemiş, reddedilmiş ve yaşanmamış her duygu bir gün mutlaka farklı şekillerde gün yüzüne çıkar ve akışı bozar. Bu yüzden her duyguyu yaşamak, bastırmadan eşlik etmek çok önemlidir. Bir duygu, tıpkı bir acı gibi sonuna kadar yaşanmadan geçmez. Bu nedenle, olumlu ya da olumsuz bir duyguya veda edebilmek için o duyguyu yaşayabilmek gerekir.
Ertelemek… Çağın hastalığı. Sadece eylemlerimizi mi erteliyoruz? Hayır. Biz, duygularımızı da erteliyoruz. Biz, duygusal olarak da kendimizi hasta edebiliyoruz. Ertelemek. Ölümlü dünyanın çıkmaz sokağı. Bir adım daha atmamızı, ileriyi görmemizi engelleyen çıkmaz sokak. Yol devam ederken, yolun devam etme ihtimali varken bizim seçtiğimiz son. Duygusal çıkmaza yakalanmak ise, en beteri. İnsan bir besin kadar, bir nefes kadar, bir su kadar ihtiyaç duyar duyguya. İnsan, ruhunu duygu ile besler. Ruhu aç olan bir insan ise doyamaz tam anlamıyla hayata, hayatına. Zevk alamaz yaşamaktan, anda kalmaktan. Duygusal boşluklar, boşluğu açan duygularla dolmalıdır. Duygusal boşluğu başka şeylerle doldurmaya çalışmak, en büyük yanılgıdır. Yanılan insan, yenilendir. Başaramayandır. Başarmak, boşluklarla birlikte devam edebilmektir.
Kendi içimizdeki çıkmazlarda kaybolmamak için, ‘duygu’larımızı yaşayabilmemiz dileği ile…
Görüşmek üzere…