Takvim yaprakları 29 Ekim’i gösterdiğinde, ülkenin dört bir yanında aynı duygunun yankısı duyulur: gurur, minnettarlık ve sonsuz bir teşekkür… Çünkü o gün, bir halkın küllerinden yeniden doğduğu gündür.
Cumhuriyet; sadece bir yönetim biçimi değil, bir dirilişin, bir uyanışın adıdır. Atatürk, o büyük vizyonuyla “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dediğinde, aslında sadece bir cümle kurmamıştı; bir çağ başlatmıştı. Bir gün Atatürk’e “Paşam, bu kadar yorgunluk, bu kadar savaş… Sizi en çok ne mutlu etti?” diye sormuşlar. O ise gülümseyerek, kısa ama her şeyi özetleyen bir cevap vermiş: “Cumhuriyeti ilan ettiğimiz günkü sevinci hiçbir şeye değişmem.”
O an, bir ülkenin kaderi değişmişti. Savaş meydanlarında tükenmeyen bir yürek, kalemle, fikirle, inançla bir ulusu yeniden inşa etmişti. Çünkü Atatürk biliyordu ki; gerçek zafer, halkın kendi kaderine sahip çıkmasıydı.
Bugün bizler, özgürce nefes alabiliyorsak, düşüncelerimizi korkmadan dile getirebiliyorsak, bu mirasın çocukları olduğumuz içindir. Cumhuriyet bize, sadece bağımsızlık değil; aklın, bilimin, kadınların, gençlerin ve emeğin değer gördüğü bir yaşam biçimi sundu. Her 29 Ekim’de dalgalanan bayraklara baktığımda, o anekdotu hatırlarım:
Atatürk’ün gözlerindeki ışıltıyı, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dediği o tarihi geceyi… Yorgun ama umut dolu bir yüzü… O ışık, sönmedi. Çünkü o ışık biziz. Cumhuriyet, yalnızca 1923’te değil, her sabah yeniden ilan edilir.
Bir kız çocuğunun okula koşuşunda, bir gencin fikrinde, bir annenin emeğinde, bir öğretmenin tebessümünde… Ve her 29 Ekim’de, gökyüzüne bakan herkesin kalbinde. Yaşasın Cumhuriyet. Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık mirası.