10 Kasım sabahları hep aynı duygu kaplar içimizi. Havanın serinliği, gökyüzünün griliği, sokaklarda yankılanan siren sesi… Sanki doğa bile o dakikada saygı duruşuna geçer, kuşlar uçmayı bırakır, yaprak bile düşmez gibi gelir insana. O an, hayat bir dakika durur; ama aslında o duruşun içinde yüzlerce yılın saygısı, minneti ve sessizce söylenmiş binlerce “iyi ki” gizlidir.
Okul bahçesinde, kalabalığın arasında küçük bir çocuktum. Saat 09.05’e yaklaşırken, hoparlörden müdürün sesi duyulurdu:“Çocuklar… Saat dokuzu beş geçe, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz.”Siren sesiyle birlikte herkes başını öne eğerdi. Rüzgâr bile susardı sanki. Öğretmenimizin söylediği sözü düşünürdüm:“Bugün Atamızı kaybettiğimiz gün… Ama aslında o hiç ölmedi. Kalbimizde yaşıyor.”
O zamanlar tam anlam veremezdim bu sözlere. Bir insan hem ölüp hem nasıl ölmemiş olabilirdi ki? Ama o sessizlikte, o dakikanın içinde fark etmiştim. Bir insanın ölmemesi, herkesin kalbinde yaşamaya devam etmesiydi. Atatürk, bir tarih sayfasında değil; o bahçede duran her çocuğun gözlerinde, öğretmenlerin sesinde, okul duvarındaki fotoğrafta, ve o sessiz dakikada hâlâ yaşıyordu.Siren sesi sustuğunda başımızı kaldırırdık. Hayat kaldığı yerden devam ederdi. Artık anlardık :Bazı insanlar ölmez; kalplerde ölümsüzleşirdi.10 Kasım, işte tam da bunu hatırlatır bize. Sadece bir yas günü değildir; bir fark ediş günüdür.O bir dakikalık sessizlikte, biz aslında yeniden söz veririz — onun ilke ve hayallerini yaşatmaya, Cumhuriyet’i korumaya, ışığını hiç söndürmemeye…Ve bu yüzden, her 10 Kasım sabahı, Atatürk bir kez daha doğar bu topraklarda.