Sevgili okurlar…
Bugün size dünyanın sessiz kaldığı, adının bile anılmasından çekinilen bir coğrafyadan, Doğu Türkistan’dan bahsetmek istiyorum.
Filistin meselesinde gösterdiğimiz duyarlılığı, Doğu Türkistan için de göstermemiz gerektiğine inanıyorum.
Çünkü bu mesele, sadece bir coğrafyanın özgürlük mücadelesi değil; aynı zamanda Türk ve İslam dünyasının onur meselesidir.
Doğu Türkistan, tarihin en köklü medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyunca Türk kimliğinin ve İslam kültürünün önemli merkezlerinden biri olmuştur.
M.Ö. 8-3 yıllarında İskitlere, M.Ö. 300-M.S. 93 yıllarında Hunlara, 522-744 arasında Göktürk İmparatorluğu’na, ardından Uygur, Karluk, Karahanlı ve Saidiye Hanlıklarına yurt olmuş bir diyardan söz ediyoruz.
1863 yılında Yakup Han önderliğinde kurulan Doğu Türkistan İslam Devleti, Osmanlı Devleti’nin yanı sıra İngiltere ve Rusya tarafından da resmen tanınmıştı.
Ancak 1876 yılında Çin-Mançu Devleti’nin işgaliyle bölgenin kaderi değişti. 1884’te ise Doğu Türkistan’a “Şinciang” (Yeni Topraklar) adı verilerek Çin’e bağlandı.
Yıllar geçtikçe Doğu Türkistan halkının bağımsızlık mücadelesi defalarca bastırıldı.
1933 yılında kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, komünist Çin ve Stalin’in ortak hamlesiyle kısa sürede ortadan kaldırıldı.
1949’da ise komünist Çin yönetimi bölgeyi tamamen egemenliği altına aldı.
Bugün, Uygur Türkleri başta olmak üzere milyonlarca Müslüman, Çin’in baskısı altında kimliğini, dilini, dinini yaşatmaya çalışıyor. Kamplarda tutulan binlerce insanın sesi, ne yazık ki uluslararası kamuoyunda yankı bulamıyor.
Filistin davasına sahip çıktığımız gibi, Doğu Türkistan için de sesimizi yükseltmek bir insanlık görevidir.
Çünkü zulüm kimden gelirse gelsin, mazlum kim olursa olsun adaletin tarafında olmak bizim medeniyetimizin temelidir.
Unutmayalım ki; Doğu Türkistan susarsa, Türk dünyasının sesi kısılır.
Susmayalım, unutturmayalım.
Çünkü Doğu Türkistan bizim öz kardeşimizdir.
Kalın sağlıcakla...