Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

KUR'AN'IN NURUYLA BU DÜNYAMIZIN DEĞİL DE KABRİMİZİN PİR-NUR OLMASI

Bu gün Müslümanlar arasında yaygın olarak bilinen iki büyük ibadet vardır. Birisi Kur’an okumak, diğeri de namaz kılmak. Gerçekte de Kur’an, önce kendinin okunmasından, sonra da namazdan bahseder. Kur’an’ın anlattığı namaz ibadetini, Kur’anı okuyup, Ondan öğrenmeden doğru olarak anlayamayız ve gerçekleştiremeyiz.Bu iki ibadetten birincisi, yani Kur’an okumak, Allah’ın bizlere seslenişi, namaz ise aslında bizim O’na seslenişimiz, çağrımız, yakarışımızdır. O bize seslenirken bizim aklımıza, düşüncemize hitap eder ve bu seslenişini bizlerin dikkatine bir öğüt olarak sunar. Bizim de kendisine seslendiğimizde samimi olmamızı ister. Yani huşu içinde, alçak gönüllü olmamızı, kendisinden ne istediğimizi bilmemizi ister. İsterken aklımızın, fikrimizin istediğimiz şeylerin arkasında olmasını, isteklerimizin, yüreklerimizle samimi bir şekilde desteklenmesini ister. Diğer ibadetlerde de olduğu gibi bu ibadetlerde de gaflet içinde olmamızı istemez.Kur’an bizi, öğütleriyle kıyamete kadar sürüp gidecek olan toplumsal bir hidayet iklimine çağır. Barış yurduna çağırır. O’nun mükemmel bir toplum, barış toplumu oluşturma iddiası vardır. Namaz üzerinden ise kötülüklerden kendini arındırmış, çevresinde olup bitenlerden gafil olmayan,  kendisine çevresindeki tüm insanların, hatta insan dışındaki varlıkların bile güvenebileceği, elinden ve dilinden diğer insanların emin olabileceği bir fert, bir birey şekillendirme iddiası vardır.O zaman kendi kendimize şöyle bir soru sorabiliriz.Bu gün içinde yaşadığımız bu toplumda, hatta tüm İslam dünyasında bu iki temel ibadet var mı? Var… Peki bu ibadetlerin İslam Dünyasında, ister fert bazında ister toplum bazında olsun gerçekleştirmek istediği, ulaşmak istediği hedefi, amacı  yakaladığını söyleyebiliyor muyuz? Şöyle düşünelim… Yani bu iki ibadetin sağlayını yaptığımızda Allah’ın öngördüğü o hidayet toplumu, barış toplumu olduğumuzu, ya da namaz kıldığımız halde elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu, güven içinde olabildiği bir insan olduğumuzu söyleyebiliyor muyuz?Belki çok az istisnalar dışında  cevabımız “hayır”.Bakın…  Bu gün Müslümanların zihninde Kur’an’la ilgili en yaygın düşünce öbür dünyamızın, kabrimizin Onun nuruyla pür nur olması... Ondan bir harf, bir kelime, bir ayet veya bir sure telaffuz ederken hep bu hususu zihnimizde canlı tutarız. Hayattayken, yaşadığımız, içinde bulunduğumuz dünya ile ilgili bir beklentimiz yok…Namazımızda öyle değil mi? Etrafınızdaki namaz kılan insanların namazdan beklentilerini bir irdeleyin. Bir çoklarının mizanda, günahların ağır bastığında namazların kendilerini kurtaracağını düşündüğünü görürsünüz. Bu durumda önce farz namazlara bakılacağını, sonra sünnet, sonrada nafile namazların sevap ağırlığından faydalanılacağını ifade ederler. Bu anlayış için, namazın da bu dünyada şekillendirici bir hedefi yoktur. Bu anlayışa göre ne edip eyleyip namazların sevabı günahlardan fazla olmalı. Bir yerde insanların zihninde  günahlarla namazların sevabı yarıştırılıyor.Evet…  Aslında bütün ibadetler bizleri bu dünyada, bu hayatta güzel bir insan olmaya, güzel bir kişiliğe, yaşantıya davet eder. Allah adres olarak bu dünyayı gösterir. Biz ise bu dünyayı atlayarak öbür dünyada değişiklik istiyoruz. Oysa  burada güzelsen orada da güzelsin.Peki niye böyle oluyor ? Bizler, Allah’ın Kur’an’da ortaya koyduğu şablonla değil de çeşitli sıfatlar taşıyan atalarımızın, dedelerimizin bize miras bıraktığı ya da zihinlerimize geçirmiş oldukları şablonlarla bir din yaşamaya  çalışıyoruz.Ve biz şunu da unutuyoruz.  Aynı zaman dilimini paylaştığımız, aynı çağda yaşadığımız halde gözümüz önünde yetişmiş, bir takım payeler taşıyan nice insanlar bizi aldatıp kandırdıkları, farklı yollara yönelttikleri halde, bizden yüz yıl, üç yüz yıl, beş yüz, bin yıl önce yaşamış bütün insanların iyi niyetinden, feraset ve basiretlerinden nasıl emin olabiliriz? Şimdikilerin hak ve hakikatleri anlama noktasında bizleri yanılttığı gibi, daha öncekilerden de yanıltan veya yanlış anlayışlar aktaranlar olamaz mı?  
Ekleme Tarihi: 24 Şubat 2017 - Cuma
Vahit KOÇ

KUR'AN'IN NURUYLA BU DÜNYAMIZIN DEĞİL DE KABRİMİZİN PİR-NUR OLMASI

Bu gün Müslümanlar arasında yaygın olarak bilinen iki büyük ibadet vardır. Birisi Kur’an okumak, diğeri de namaz kılmak. Gerçekte de Kur’an, önce kendinin okunmasından, sonra da namazdan bahseder. Kur’an’ın anlattığı namaz ibadetini, Kur’anı okuyup, Ondan öğrenmeden doğru olarak anlayamayız ve gerçekleştiremeyiz.
Bu iki ibadetten birincisi, yani Kur’an okumak, Allah’ın bizlere seslenişi, namaz ise aslında bizim O’na seslenişimiz, çağrımız, yakarışımızdır. O bize seslenirken bizim aklımıza, düşüncemize hitap eder ve bu seslenişini bizlerin dikkatine bir öğüt olarak sunar. Bizim de kendisine seslendiğimizde samimi olmamızı ister. Yani huşu içinde, alçak gönüllü olmamızı, kendisinden ne istediğimizi bilmemizi ister. İsterken aklımızın, fikrimizin istediğimiz şeylerin arkasında olmasını, isteklerimizin, yüreklerimizle samimi bir şekilde desteklenmesini ister. Diğer ibadetlerde de olduğu gibi bu ibadetlerde de gaflet içinde olmamızı istemez.
Kur’an bizi, öğütleriyle kıyamete kadar sürüp gidecek olan toplumsal bir hidayet iklimine çağır. Barış yurduna çağırır. O’nun mükemmel bir toplum, barış toplumu oluşturma iddiası vardır.
 Namaz üzerinden ise kötülüklerden kendini arındırmış, çevresinde olup bitenlerden gafil olmayan,  kendisine çevresindeki tüm insanların, hatta insan dışındaki varlıkların bile güvenebileceği, elinden ve dilinden diğer insanların emin olabileceği bir fert, bir birey şekillendirme iddiası vardır.
O zaman kendi kendimize şöyle bir soru sorabiliriz.
Bu gün içinde yaşadığımız bu toplumda, hatta tüm İslam dünyasında bu iki temel ibadet var mı? Var… Peki bu ibadetlerin İslam Dünyasında, ister fert bazında ister toplum bazında olsun gerçekleştirmek istediği, ulaşmak istediği hedefi, amacı  yakaladığını söyleyebiliyor muyuz?
 Şöyle düşünelim… Yani bu iki ibadetin sağlayını yaptığımızda Allah’ın öngördüğü o hidayet toplumu, barış toplumu olduğumuzu, ya da namaz kıldığımız halde elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu, güven içinde olabildiği bir insan olduğumuzu söyleyebiliyor muyuz?
Belki çok az istisnalar dışında  cevabımız “hayır”.
Bakın…  Bu gün Müslümanların zihninde Kur’an’la ilgili en yaygın düşünce öbür dünyamızın, kabrimizin Onun nuruyla pür nur olması... Ondan bir harf, bir kelime, bir ayet veya bir sure telaffuz ederken hep bu hususu zihnimizde canlı tutarız. Hayattayken, yaşadığımız, içinde bulunduğumuz dünya ile ilgili bir beklentimiz yok…
Namazımızda öyle değil mi? Etrafınızdaki namaz kılan insanların namazdan beklentilerini bir irdeleyin. Bir çoklarının mizanda, günahların ağır bastığında namazların kendilerini kurtaracağını düşündüğünü görürsünüz. Bu durumda önce farz namazlara bakılacağını, sonra sünnet, sonrada nafile namazların sevap ağırlığından faydalanılacağını ifade ederler. Bu anlayış için, namazın da bu dünyada şekillendirici bir hedefi yoktur. Bu anlayışa göre ne edip eyleyip namazların sevabı günahlardan fazla olmalı. Bir yerde insanların zihninde  günahlarla namazların sevabı yarıştırılıyor.
Evet…  Aslında bütün ibadetler bizleri bu dünyada, bu hayatta güzel bir insan olmaya, güzel bir kişiliğe, yaşantıya davet eder. Allah adres olarak bu dünyayı gösterir. Biz ise bu dünyayı atlayarak öbür dünyada değişiklik istiyoruz. Oysa  burada güzelsen orada da güzelsin.
Peki niye böyle oluyor ?
 Bizler, Allah’ın Kur’an’da ortaya koyduğu şablonla değil de çeşitli sıfatlar taşıyan atalarımızın, dedelerimizin bize miras bıraktığı ya da zihinlerimize geçirmiş oldukları şablonlarla bir din yaşamaya  çalışıyoruz.
Ve biz şunu da unutuyoruz.  Aynı zaman dilimini paylaştığımız, aynı çağda yaşadığımız halde gözümüz önünde yetişmiş, bir takım payeler taşıyan nice insanlar bizi aldatıp kandırdıkları, farklı yollara yönelttikleri halde, bizden yüz yıl, üç yüz yıl, beş yüz, bin yıl önce yaşamış bütün insanların iyi niyetinden, feraset ve basiretlerinden nasıl emin olabiliriz? Şimdikilerin hak ve hakikatleri anlama noktasında bizleri yanılttığı gibi, daha öncekilerden de yanıltan veya yanlış anlayışlar aktaranlar olamaz mı?

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.