Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

HAYIR DEDE... "MAVİ DEĞİL BLUE BLUE"

Yaz tatilinde iki buçuk, üç yaşlarındaki kız torunumla oynarken “kız senin gözlerin ne kadar mavi öyle” dedim. O da bana “Hayır dede…  Mavi değil, blue blue…” diye karşılık verdi. Yani Türkçe ifadesini yok sayarak İngilizcesini söyledi.Yabancı dil meselesi son zamanlarda tekrar gündemimize gelmemiş olsaydı çocuğun bu cevabı belki de hiç dikkatimi çekmeyecekti. Orta kısımda tekrar yabancı dil hazırlık sınıflarının açılmak istenmesi ve bunun için hazırlık çalışmalarının yapılmaya başlanması gibi…                Burada anadilimizin dışında başka bir dili öğrenmenin, bilmenin aslında ne kadar önemli olduğunu ifade edecek değilim. Bir lisanın bir insan demek olduğunu da biliyoruz. Ve gerçekten dünya milletleri ile tüm alanlarda yarışabilmek için keşke bütün milletlerin dillerini de öğrenebilme, öğretebilme imkanımız olsa diyoruz.Fakat “başka milletleri tanıyacağız, başka toplumları anlayacağız” derken kendimizden uzaklaşmış olmanın, kendi köklerimizden kopmuş olmanın, bizi diğer milletlerden ayıran, bizi biz yapan değerleri yok saymanın, basit, ilkel görmenin, bizi gelecekte nerelere savuracağının da erkenden görülebilmesi gerekir.                Mesela bu dilleri öğretirken en azından “mavi” değil “blue” demek yerine, biz “mavi” diyoruz, onlar da “blue” diyorlar mantığı üzerinden meseleye yaklaşabilsek…                Bu ifadeyi asla küçük gördüğüm için değil, şahit olduğum için kullanıyorum; dana çobanı olmak isteyen birisine bile dil öğretmenin çabası ve gayreti içinde olmanın mantığını sorgulayarak öğretebilsek. Top yekun bir milleti dünyanın bir, iki dilini, aslında dünyaya hakim olanların dillerini öğretmenin mantığını sorgulayarak öğretebilsek. Gerçekten ne kadar öğrenmemiz, ne kadar insanımızın öğrenmesi  gerekiyorsa o kadarını bu noktada en iyi şekilde yetiştirmenin çabası, gayreti ve kararlığı içinde olarak öğretebilsek…                Cılız da olsa zaman zaman ülkemizin değişik yerlerinde, mekanların isimlerinin Türkçeleştirilmesi ile ilgili kampanyalara şahit oluyoruz. Fakat bunun yanında yabancıların zihinlerimizde oluşturduğu sessiz ama çok güçlü kampanya sonuçlarının, çevremize baktığımızda daha baskın ve etkili olduğunu görüyoruz.                Bir şey daha dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu Fransızlar ve İngilizler sömürmek adına nerelere gitmişlerse, dünyanın hangi uzak noktalarına uğramışlarsa oralardan ayrıldıktan sonra arkalarından bu adamların dillerini, yani İngilizceyi, Fransızcayı ya da Almancayı, ya resmi dil ilan etmişler, veya anadilleri yerine koyarak, “Uygar, medeni insanların dilidir. Öğrenirsek bizi medeni insanlar seviyesine çıkarır.” düşüncesiyle gençlerine, geleceklerine, tüm halklarına yutturmuşlardır…Şahsen düştükleri bu durum, benim zihnimde onların zavallılığını çağrıştırmaktadır.  Ardından “Acaba ülkemizi birkaç yıl işgal ettiler diye başkalarının gözünde biz de öyle mi gözüküyoruz?” diye merak etmiyor  da değilim.Neyse… Benim aklım hala torunum Zeynep’te…  Çünkü o “mavi mavi masmavi… Gözleri boncuk mavi …” diye bilinen halk türküsünü ya hiç dinlemeyecek veya dinlese de hoşlanmayacak. Sadece onunla kalsa iyiydi…  Belki de o,  “mavi” kelimesinin ardından geçmişe, geçmişteki yakınlarına doğru bir yolculuk yerine, “ blue” kelimesinin tarihi köklerine doğru yol alacak… İşte beni  en çok korkutan da bilmediği, tanımadığı, yabancısı olduğu o tarihi dehlizlerde kaybolup gidecek olması oluyor.
Ekleme Tarihi: 01 Kasım 2016 - Salı
Vahit KOÇ

HAYIR DEDE... "MAVİ DEĞİL BLUE BLUE"

Yaz tatilinde iki buçuk, üç yaşlarındaki kız torunumla oynarken “kız senin gözlerin ne kadar mavi öyle” dedim. O da bana “Hayır dede…  Mavi değil, blue blue…” diye karşılık verdi. Yani Türkçe ifadesini yok sayarak İngilizcesini söyledi.
Yabancı dil meselesi son zamanlarda tekrar gündemimize gelmemiş olsaydı çocuğun bu cevabı belki de hiç dikkatimi çekmeyecekti. Orta kısımda tekrar yabancı dil hazırlık sınıflarının açılmak istenmesi ve bunun için hazırlık çalışmalarının yapılmaya başlanması gibi…
                Burada anadilimizin dışında başka bir dili öğrenmenin, bilmenin aslında ne kadar önemli olduğunu ifade edecek değilim. Bir lisanın bir insan demek olduğunu da biliyoruz. Ve gerçekten dünya milletleri ile tüm alanlarda yarışabilmek için keşke bütün milletlerin dillerini de öğrenebilme, öğretebilme imkanımız olsa diyoruz.
Fakat “başka milletleri tanıyacağız, başka toplumları anlayacağız” derken kendimizden uzaklaşmış olmanın, kendi köklerimizden kopmuş olmanın, bizi diğer milletlerden ayıran, bizi biz yapan değerleri yok saymanın, basit, ilkel görmenin, bizi gelecekte nerelere savuracağının da erkenden görülebilmesi gerekir.
                Mesela bu dilleri öğretirken en azından “mavi” değil “blue” demek yerine, biz “mavi” diyoruz, onlar da “blue” diyorlar mantığı üzerinden meseleye yaklaşabilsek…
                Bu ifadeyi asla küçük gördüğüm için değil, şahit olduğum için kullanıyorum; dana çobanı olmak isteyen birisine bile dil öğretmenin çabası ve gayreti içinde olmanın mantığını sorgulayarak öğretebilsek. Top yekun bir milleti dünyanın bir, iki dilini, aslında dünyaya hakim olanların dillerini öğretmenin mantığını sorgulayarak öğretebilsek. Gerçekten ne kadar öğrenmemiz, ne kadar insanımızın öğrenmesi  gerekiyorsa o kadarını bu noktada en iyi şekilde yetiştirmenin çabası, gayreti ve kararlığı içinde olarak öğretebilsek…
                Cılız da olsa zaman zaman ülkemizin değişik yerlerinde, mekanların isimlerinin Türkçeleştirilmesi ile ilgili kampanyalara şahit oluyoruz. Fakat bunun yanında yabancıların zihinlerimizde oluşturduğu sessiz ama çok güçlü kampanya sonuçlarının, çevremize baktığımızda daha baskın ve etkili olduğunu görüyoruz.
                Bir şey daha dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu Fransızlar ve İngilizler sömürmek adına nerelere gitmişlerse, dünyanın hangi uzak noktalarına uğramışlarsa oralardan ayrıldıktan sonra arkalarından bu adamların dillerini, yani İngilizceyi, Fransızcayı ya da Almancayı, ya resmi dil ilan etmişler, veya anadilleri yerine koyarak, “Uygar, medeni insanların dilidir. Öğrenirsek bizi medeni insanlar seviyesine çıkarır.” düşüncesiyle gençlerine, geleceklerine, tüm halklarına yutturmuşlardır…
Şahsen düştükleri bu durum, benim zihnimde onların zavallılığını çağrıştırmaktadır.  Ardından “Acaba ülkemizi birkaç yıl işgal ettiler diye başkalarının gözünde biz de öyle mi gözüküyoruz?” diye merak etmiyor  da değilim.
Neyse… Benim aklım hala torunum Zeynep’te…  Çünkü o “mavi mavi masmavi… Gözleri boncuk mavi …” diye bilinen halk türküsünü ya hiç dinlemeyecek veya dinlese de hoşlanmayacak. Sadece onunla kalsa iyiydi…  Belki de o,  “mavi” kelimesinin ardından geçmişe, geçmişteki yakınlarına doğru bir yolculuk yerine, “ blue” kelimesinin tarihi köklerine doğru yol alacak…
 İşte beni  en çok korkutan da bilmediği, tanımadığı, yabancısı olduğu o tarihi dehlizlerde kaybolup gidecek olması oluyor.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.