Vahit KOÇ
Köşe Yazarı
Vahit KOÇ
 

“BİZ ALLAH’IN MÜSLÜMAN KULLARIYIZ. ALLAH BİZİ KORUR” MANTIĞI

Bu yörelerden birisi şiddetli baş ağrısından artık yürüyemeyince yolun kenarına oturur. Ve kendi kendine güya Allah’a sitem eder. “Ben senin namazını kılmıyor muyum? Orucunu tutmuyor muyum? Kurbanını kesmiyor muyum? Peki bu ağrı benim başımda zonk zonk  diye ne arıyor?” Müslüman olduğumuz düşüncesiyle Allah ile aramızda bizleri koruyan, kollayan bir ilişkinin olduğuna inanırız. Onun bizi tehlikelerden, afetlerden, belalardan koruyacağını kabul ederiz. Aslında bizim gücümüz kudretimiz ve bilgimiz dışında mutlaka bizi koruduğu yönler de vardır. Ama şimdi konumuz bu değil. Önce şunu bilmemiz gerekir ki bizim kendimizi Müslüman olarak görmemizle gerçekte Müslüman olmamız farklı bir olaydır. Tarih boyu peygamberlere karşı çıkan, onları reddeden, her türlü eza cefayı onlara uygun gören hiçbir toplum inandıkları kutsallarıyla problemleri olduğunu kabul etmemişlerdir. Aksine kendilerinin kutsal olarak kabul ettikleri varlığa en yakın olduklarını kabul edip, kendilerine her zaman yardım edileceğine inanmışlar, kendilerini onun sevgili kulları olarak görmüşlerdir. Biz de kendimizi öyle kabul ediyoruz ama azda olsa bazılarının aklına şu soru gelmiyor değil. “Bu ve bunun gibi büyük felaketlerin çoğu neden Müslümanların başına, Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda meydana geliyor?” Öyle ya neden? Biz kendi penceremizden baktığımızda kesin Müslümanlarız. Fakat Allahın bizi görmek istediği bir Müslüman kimliğimizi, kişiliğimizi hiç sorgulamıyoruz. Yani Rabbim bizim nasıl olmamızı, nasıl davranmamızı ve birbirimize karşı nasıl hareket etmemizi istiyor? Buraları pek düşünmüyoruz. Düşünebiliyor musunuz? Namaz üzerinden Rabbi ile muhabbet kurduğuna inandığımız nice insanların mesele üç beş kuruşluk menfaat olunca nasıl çark ettiklerine şahit olmuşuz veya hikayelerini duymuşuzdur. Yaşadığımız deprem hadisesi nedeniyle duyduğum bir iki örneği zikretmek istiyorum. Adam anlatıyor…” Bir arsam var. Müteahhide yaptırmaya karar verdik. Fiyat tespitine gelince “durmak için mi yaptırıyorsun satmak için mi” diye sordu, ne fark edecek ki dediğimde, demir ve çimentoda yüzde yirmi beş fark eder dedi. Ve şaşırdım” diyor. İkincisi ise, yine dışarıdan bakıldığında Allah ile muhabbet içinde olan biri olarak görünüyor. “Binayı biz yapıyoruz. Mal sahibi kolon ve kirişlere konulan demir miktarında itiraz ediyor. “Şu kadar daha az koyun” diyor. Bir başkası da temel kazısına itiraz ederek “sen kazmana devam et. Aşağıda sarı öküzü ürkütünce ne yapacan bakalım” diye temel derinliği ile dalga geçiyor… Etrafa kulak kabarttığımızda bunun gibi, buna benzer bir çok hikayeler duymak mümkün. Oysa gerçekten Allah ile muhabbeti olan onun öğütlerine, uyarılarına kulak vermez mi? Aklını O’nun uyarıları doğrultusunda hareket ettirmez mi? O eza ve cefayı aklını kullanmayanların başına vereceğini söylerken (Yunus 100),  Şura suresi 30. Ayette de bu gerçeği herkesin anlayabileceği şekilde tekrar dile getirir. “Sizin başınıza gelenler kendi ellerinizin yaptıkları yüzündendir…” Evet… Kendi ellerimizin yaptıkları yüzünden. Saklanacak gizlenecek bir tarafı yok. Ama insanoğlu… Olayın şokunu yaşarken olup bitenleri afat, felaket penceresinden değerlendirip sorumlu olarak Allah’ı gösterir. Fakat olay kendinden uzaklaşıp tarihteki yerini aldığında bela ve musibet olarak görür ve gerçeği kabul etmek zorunda kalır. Bela ve musibetlerin sorumlusu insanın kendisidir. Ve der ki:  “Bu olay gerçekten kendi ellerimizin  yaptıkları yüzünden…”
Ekleme Tarihi: 28 Şubat 2023 - Salı
Vahit KOÇ

“BİZ ALLAH’IN MÜSLÜMAN KULLARIYIZ. ALLAH BİZİ KORUR” MANTIĞI

Bu yörelerden birisi şiddetli baş ağrısından artık yürüyemeyince yolun kenarına oturur. Ve kendi kendine güya Allah’a sitem eder.

“Ben senin namazını kılmıyor muyum? Orucunu tutmuyor muyum? Kurbanını kesmiyor muyum? Peki bu ağrı benim başımda zonk zonk  diye ne arıyor?”

Müslüman olduğumuz düşüncesiyle Allah ile aramızda bizleri koruyan, kollayan bir ilişkinin olduğuna inanırız. Onun bizi tehlikelerden, afetlerden, belalardan koruyacağını kabul ederiz.

Aslında bizim gücümüz kudretimiz ve bilgimiz dışında mutlaka bizi koruduğu yönler de vardır. Ama şimdi konumuz bu değil.

Önce şunu bilmemiz gerekir ki bizim kendimizi Müslüman olarak görmemizle gerçekte Müslüman olmamız farklı bir olaydır. Tarih boyu peygamberlere karşı çıkan, onları reddeden, her türlü eza cefayı onlara uygun gören hiçbir toplum inandıkları kutsallarıyla problemleri olduğunu kabul etmemişlerdir. Aksine kendilerinin kutsal olarak kabul ettikleri varlığa en yakın olduklarını kabul edip, kendilerine her zaman yardım edileceğine inanmışlar, kendilerini onun sevgili kulları olarak görmüşlerdir.

Biz de kendimizi öyle kabul ediyoruz ama azda olsa bazılarının aklına şu soru gelmiyor değil.

“Bu ve bunun gibi büyük felaketlerin çoğu neden Müslümanların başına, Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda meydana geliyor?”

Öyle ya neden?

Biz kendi penceremizden baktığımızda kesin Müslümanlarız. Fakat Allahın bizi görmek istediği bir Müslüman kimliğimizi, kişiliğimizi hiç sorgulamıyoruz. Yani Rabbim bizim nasıl olmamızı, nasıl davranmamızı ve birbirimize karşı nasıl hareket etmemizi istiyor? Buraları pek düşünmüyoruz.

Düşünebiliyor musunuz? Namaz üzerinden Rabbi ile muhabbet kurduğuna inandığımız nice insanların mesele üç beş kuruşluk menfaat olunca nasıl çark ettiklerine şahit olmuşuz veya hikayelerini duymuşuzdur.

Yaşadığımız deprem hadisesi nedeniyle duyduğum bir iki örneği zikretmek istiyorum. Adam anlatıyor…” Bir arsam var. Müteahhide yaptırmaya karar verdik. Fiyat tespitine gelince “durmak için mi yaptırıyorsun satmak için mi” diye sordu, ne fark edecek ki dediğimde, demir ve çimentoda yüzde yirmi beş fark eder dedi. Ve şaşırdım” diyor.

İkincisi ise, yine dışarıdan bakıldığında Allah ile muhabbet içinde olan biri olarak görünüyor. “Binayı biz yapıyoruz. Mal sahibi kolon ve kirişlere konulan demir miktarında itiraz ediyor. “Şu kadar daha az koyun” diyor.

Bir başkası da temel kazısına itiraz ederek “sen kazmana devam et. Aşağıda sarı öküzü ürkütünce ne yapacan bakalım” diye temel derinliği ile dalga geçiyor…

Etrafa kulak kabarttığımızda bunun gibi, buna benzer bir çok hikayeler duymak mümkün.

Oysa gerçekten Allah ile muhabbeti olan onun öğütlerine, uyarılarına kulak vermez mi? Aklını O’nun uyarıları doğrultusunda hareket ettirmez mi?

O eza ve cefayı aklını kullanmayanların başına vereceğini söylerken (Yunus 100),  Şura suresi 30. Ayette de bu gerçeği herkesin anlayabileceği şekilde tekrar dile getirir. “Sizin başınıza gelenler kendi ellerinizin yaptıkları yüzündendir…”

Evet… Kendi ellerimizin yaptıkları yüzünden. Saklanacak gizlenecek bir tarafı yok.

Ama insanoğlu… Olayın şokunu yaşarken olup bitenleri afat, felaket penceresinden değerlendirip sorumlu olarak Allah’ı gösterir. Fakat olay kendinden uzaklaşıp tarihteki yerini aldığında bela ve musibet olarak görür ve gerçeği kabul etmek zorunda kalır. Bela ve musibetlerin sorumlusu insanın kendisidir.

Ve der ki:  “Bu olay gerçekten kendi ellerimizin  yaptıkları yüzünden…”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.