Erol KÜÇÜK
Köşe Yazarı
Erol KÜÇÜK
 

EMEKLİ BİR ÖĞRETMENİN ANISI

Okuduğunuzda etkileneceğiniz bir anımı size aktarmak istedim. 1999 yılının Mayıs ayıydı. Tayın olduğum yeni bir okulda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, öğrencilere bu Pazar günü anneler günü, Coğrafya dersini bir kenara bırakarak bana hayal gücünüzü kullanarak çok zengin olsaydınız annenize ne alırdınız cümlesini tamamlayın dedim. Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada… Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. ‘If I were rich, I would buy flowers for my mom’ cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. ‘Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!’ dedim. ‘Ahmet ! Kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?’ dedim. ‘Çiçek alırım, yazdım öğretmenim’ Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. ‘Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı’ dedim. Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp ‘Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim’ dedi usulca. Yüzünde gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı. ‘Oğlum, dalga mı geçiyorsun?’ dedim sertçe. ‘Aklınıza bir şey gelmesi için mutlaka not mu vermemiz gerekiyor?’ Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu. Ertesi sabah okula geldiğimde Ahmet’in babasını misafir salonunda beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla öğretmenler odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu. 1979 yılının Mayıs ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Ahmet’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim. Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her Cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini… Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını… Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını… Hepsini, hayatımın o sıcak Mayıs sabahında öğrendim. ‘Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, Cumartesi, Pazar, sömestr ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir! Öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır. Kısacası İnsan olmaktır!” Hoşça kalın...  
Ekleme Tarihi: 30 Kasım 2020 - Pazartesi
Erol KÜÇÜK

EMEKLİ BİR ÖĞRETMENİN ANISI

Okuduğunuzda etkileneceğiniz bir anımı size aktarmak istedim. 1999 yılının Mayıs ayıydı. Tayın olduğum yeni bir okulda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, öğrencilere bu Pazar günü anneler günü, Coğrafya dersini bir kenara bırakarak bana hayal gücünüzü kullanarak çok zengin olsaydınız annenize ne alırdınız cümlesini tamamlayın dedim. Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada… Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. ‘If I were rich, I would buy flowers for my mom’ cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. ‘Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!’ dedim. ‘Ahmet ! Kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?’ dedim.

‘Çiçek alırım, yazdım öğretmenim’ Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. ‘Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı’ dedim. Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp ‘Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim’ dedi usulca. Yüzünde gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı. ‘Oğlum, dalga mı geçiyorsun?’ dedim sertçe. ‘Aklınıza bir şey gelmesi için mutlaka not mu vermemiz gerekiyor?’ Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu. Ertesi sabah okula geldiğimde Ahmet’in babasını misafir salonunda beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla öğretmenler odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu. 1979 yılının Mayıs ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Ahmet’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim. Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her Cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini… Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını… Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını… Hepsini, hayatımın o sıcak Mayıs sabahında öğrendim. ‘Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, Cumartesi, Pazar, sömestr ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir! Öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır. Kısacası İnsan olmaktır!”

Hoşça kalın...

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.