SABIR

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 28.03.2016 - 18:10, Güncelleme: 30.10.2020 - 19:15 7103+ kez okundu.
 

SABIR

                        Acıya katlanmak, insan tabiatına hoş gelmeyen bir takım hallere, telaş göstermeyip, tehammül etmekten ibaret olan sabır, üç türlüdür: 1.      Tâate devam etmeye, 2.      Günahları terk etmeye, 3.      Musîbete katlanıp, kimseye şikâyette bulunmamaya sabretmektir.   Cenab-ı Hak Kur’an-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman şerefi ile temayüz etmiş olan kâffe-i ehl-i iman! Sabr-ı sebat ile yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah sabır edenler ile beraberdir.” Peygamber Efendimiz ise sabır hakkında şöyle buyurmaktadırlar: “Sabır imanın yanında, cesette baş gibidir.” Cenab-ı Hak kullarını zaman zaman muhtelif musibetler ile imtihana tabi tutar. Belâ, insana itâat halinde gelir de itâate devam ederse, rütbe ve derecedir. Gaflet halinde iken gelir de uyanırsa, mağfirettir. İsyan hâlinde iken gelir de o halden dönerse, af ve mağfiret, günaha devam ederse, cezâdır. Hz. Allah Kur’an-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan canlardan ve mahsüllerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere lütf-u keremimi müjdele.” Hadis-i Şeriflerinde de Peygamber Efendimiz (s.a.v): Allah kime hayır eriştirmeyi dilerse, onu bir musibete uğratır” buyurmuşlardır. İmam-ı Rabbanî Hazretleri de bu musibetler hakkında şöyle buyurur: “Bu sıkıntılar zahirde cerahat olsa da, hakikatte ilaç gibi şifa verici ve terakkıyât ile semerâtı icap ettiricidir. Mevla’nın inayetiyle onların dünyada elde ettikleri neticeler, ahirette verileceği beklenilen nimetlerin (belki de) yüzde biridir.” Allah dostlarından bir zatta: “Vaki musîbetlere rıza lazımdır. Eğer belâdan hâli kalırsak kendimizden şüphe ederiz, “Biz münafık mıyız yoksa?”, deriz. Rasülüllah’ın yolunda olmanın icabı budur.”, buyurmuşlardır.   Değerli okurlarım!   Peygamber Efendimiz, Din-i Celil-i İslam’ı tebliğ hususunda Mekke-i Mükerreme’de, Dar-ı Erkâm’da başlattığı Mektebe-i Muhammediyye ve Tedrisat-ı Diniyyeyi, Medine-i Münevvere’de Eshab-ı Suffe ile devam ettirmiş, en zor şartlarda bile tatil etmemiştir. Çektiği sıkıntıları ve bunlara karşı gösterdiği sonsuz tahammülü kelimeler ile anlatmak mümkün değildir. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Yemin ederim ki, Allah yolunda, kimsenin görmediği eziyetleri gördüm. Allah uğrunda, hiç kimsenin görmediği korkulara maruz kaldım. Öyle bir otuz gün ve gece geçirdim ki, Bilal’in koltuğu altında sakladığı yiyecek dışında ne bende ne Bilal’de  bir canlının yiyebileceği bir şey vardı!” Kendisine halini arzeden Ümmü Süleym’e de şöyle buyurmuşlardır: Sabreyle! Allah’a kasem ederim ki, yedi günden beri Muhammed’in âilesinin yiyeceği yoktur. Üç gündür taştan tencerelerinin altında ateş yakılmadı! Vallahi, Allahü Teâla’dan bütün Tihâme dağlarını altın yapmasını isteseydim, arzumu gerçekleştirirdi.” Ümmet-i Muhammed’in evladına, dinlerini ve Kur’anlarını öğretmekten başka hiç bir maksadı olmayan ve kendi ifadeleriyle “Bizler canlı kitaplar yetiştireceğiz”, buyuran Allah Dostlarının da, bu gaye uğrunda katlanmadığı sıkıntı kalmamıştır. Hatta bu sıkıntıları Mevla’nın kendilerine bahşettiği en büyük nimetlerden biri olarak görmüşlerdir. “Musibetler, Hakk’a davet, nûra hidayet içindir” Fakat Allah dostları şöyle dua etmeyi tavsiye buyurmuşlardır: “Ya Rabbi! Ben imtihan ehli değilim, beni imtihan etme! Habibinin iltimasıyla bizi bu âlemden göçür.” “Allah imtihan ediyor”, diye söz söylemek lazım değil. Çünkü kim imtihan verebilir!      
                        Acıya katlanmak, insan tabiatına hoş gelmeyen bir takım hallere, telaş göstermeyip, tehammül etmekten ibaret olan sabır, üç türlüdür: 1.      Tâate devam etmeye, 2.      Günahları terk etmeye, 3.      Musîbete katlanıp, kimseye şikâyette bulunmamaya sabretmektir.   Cenab-ı Hak Kur’an-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman şerefi ile temayüz etmiş olan kâffe-i ehl-i iman! Sabr-ı sebat ile yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah sabır edenler ile beraberdir.” Peygamber Efendimiz ise sabır hakkında şöyle buyurmaktadırlar: “Sabır imanın yanında, cesette baş gibidir.” Cenab-ı Hak kullarını zaman zaman muhtelif musibetler ile imtihana tabi tutar. Belâ, insana itâat halinde gelir de itâate devam ederse, rütbe ve derecedir. Gaflet halinde iken gelir de uyanırsa, mağfirettir. İsyan hâlinde iken gelir de o halden dönerse, af ve mağfiret, günaha devam ederse, cezâdır. Hz. Allah Kur’an-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan canlardan ve mahsüllerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere lütf-u keremimi müjdele.” Hadis-i Şeriflerinde de Peygamber Efendimiz (s.a.v): Allah kime hayır eriştirmeyi dilerse, onu bir musibete uğratır” buyurmuşlardır. İmam-ı Rabbanî Hazretleri de bu musibetler hakkında şöyle buyurur: “Bu sıkıntılar zahirde cerahat olsa da, hakikatte ilaç gibi şifa verici ve terakkıyât ile semerâtı icap ettiricidir. Mevla’nın inayetiyle onların dünyada elde ettikleri neticeler, ahirette verileceği beklenilen nimetlerin (belki de) yüzde biridir.” Allah dostlarından bir zatta: “Vaki musîbetlere rıza lazımdır. Eğer belâdan hâli kalırsak kendimizden şüphe ederiz, “Biz münafık mıyız yoksa?”, deriz. Rasülüllah’ın yolunda olmanın icabı budur.”, buyurmuşlardır.   Değerli okurlarım!   Peygamber Efendimiz, Din-i Celil-i İslam’ı tebliğ hususunda Mekke-i Mükerreme’de, Dar-ı Erkâm’da başlattığı Mektebe-i Muhammediyye ve Tedrisat-ı Diniyyeyi, Medine-i Münevvere’de Eshab-ı Suffe ile devam ettirmiş, en zor şartlarda bile tatil etmemiştir. Çektiği sıkıntıları ve bunlara karşı gösterdiği sonsuz tahammülü kelimeler ile anlatmak mümkün değildir. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Yemin ederim ki, Allah yolunda, kimsenin görmediği eziyetleri gördüm. Allah uğrunda, hiç kimsenin görmediği korkulara maruz kaldım. Öyle bir otuz gün ve gece geçirdim ki, Bilal’in koltuğu altında sakladığı yiyecek dışında ne bende ne Bilal’de  bir canlının yiyebileceği bir şey vardı!” Kendisine halini arzeden Ümmü Süleym’e de şöyle buyurmuşlardır: Sabreyle! Allah’a kasem ederim ki, yedi günden beri Muhammed’in âilesinin yiyeceği yoktur. Üç gündür taştan tencerelerinin altında ateş yakılmadı! Vallahi, Allahü Teâla’dan bütün Tihâme dağlarını altın yapmasını isteseydim, arzumu gerçekleştirirdi.” Ümmet-i Muhammed’in evladına, dinlerini ve Kur’anlarını öğretmekten başka hiç bir maksadı olmayan ve kendi ifadeleriyle “Bizler canlı kitaplar yetiştireceğiz”, buyuran Allah Dostlarının da, bu gaye uğrunda katlanmadığı sıkıntı kalmamıştır. Hatta bu sıkıntıları Mevla’nın kendilerine bahşettiği en büyük nimetlerden biri olarak görmüşlerdir. “Musibetler, Hakk’a davet, nûra hidayet içindir” Fakat Allah dostları şöyle dua etmeyi tavsiye buyurmuşlardır: “Ya Rabbi! Ben imtihan ehli değilim, beni imtihan etme! Habibinin iltimasıyla bizi bu âlemden göçür.” “Allah imtihan ediyor”, diye söz söylemek lazım değil. Çünkü kim imtihan verebilir!      
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yildizhaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.