Cenab-ı Hak Yusuf Suresi’nde, Yusuf
(a.s.)’ın şöyle söylediğini beyan buyurmaktadır: “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.
Çünkü Rabbimin merhamet ettiği müstesna, nefis daima kötülüğü emreder; şüphesiz
rabbim çok bağışlayan ve merhamet edendir." Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şeriflerinde “Senin düşmanlarının
en büyüğü, iki kaşının ortasında olan nefsindir” buyurmuşlar ve “Allah’ım beni göz açıp
kapayıncaya kadar dahi, nefsimle baş başa bırakma” diye dua ederek nefsin
tehlikesine işaret etmişlerdir. Bir sefer dönüşünde Eshabına; “Hoş geldiniz.
Küçük cihaddan büyük cihada ki büyük cihad, kişinin hevasıyla (nefsiyle)
cihadıdır.” buyurarak nefisle mücadeleyi “Büyük Cihad” olarak tavsif
etmişlerdir.
Nefis ve şeytan insanoğlunu Allah-ü Teâlâ’nın
rızasından uzaklaştırıp ebedi hayatını mahvetmek için gayret eden iki büyük
düşmandır. Ancak nefs 72 şeytan kuvvetindedir. Çünkü şeytan, Allah (c.c.)
zikredildiği ve Kur’ân okunduğu zaman veya “eûzü-besmele” okunduğu zaman
uzaklaşıp kaçar. Nitekim Nâs Suresi’nde geçen “el-hannâs” kelimesi “geri geri
kaçan, uzaklaşan” şeklinde tefsir edilmiştir. Allah dostlarından bir zat nefs-i
emmarenin tehlikelerine şu sözleriyle dikkatlerimizi çekmiştir: “Bu dünyada
nefisten daha korkunç, daha zararlı bir mahlûk tasavvur olunamaz. Şeytan,
Kur’an-ı Kerim okundukça kaçar. Sonra gelir. Fakat nefis böyle değildir. Ne
yapsak kaçmaz.”
“Nefsin kuvvetli hastalıklarından biri
hased olduğu gibi şeytanın kuvvetli tasarruflarından biri de vesvese olup,
Kur’an-ı Kerim’in tertibinde hased ve vesvese ile nihayet bulması bu işin
ehemmiyetine işaret eder. Habis nefsin bütün arzuları menfaat olup, emel ve
arzularının tavanı yoktur”
“Nefs-i Emmare fenalık ve şerde öyle
bir derecededir ki herkesin kendisine mahkum ve muhtaç olmasını, kendisine muhabbet
etmesini ister ama kendisi hiç kimseye muhtaç olmayı arzu etmez. O, en
nihayetinde –hafizanallah- uluhiyet davasına kadar gidebilir ve bu hususta
Cenab-ı Mevla ile ortaklığa bile razı olmaz. Nefs-i emmare sahibi her insanın
nefsi, kendisi bunu bilsin veya bilmesin, bu şekildedir ve böyle tehlikelidir.”
Onun için bir Hadis-i Kudsî’de şöyle buyruluyor: “Nefsini düşman olarak
tanı. Zira o düşmanlık ederek benim karşıma dikiliverdi.”
Ancak böyle bir düşmanın bizim
vücudumuza yerleştirilmesi, haşa kullar için bir zulüm değildir. Çünkü insanı
terakki ettiren ve onu meleklerden bile âli hale getiren husus, nefsiyle
mücadele edip onun kötü ahlakından kurtulmasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“Cihadın en faziletlisi, kişinin Allah (c.c.) yolunda nefsi ile ve hevasıyla
mücahede etmesidir”[1]
Hadis-i Şerif’i ile bu hususu ifade etmişlerdir.
Değerli
okurlarım
Nefsin ıslahı ve Allah-ü Teala’nın razı
olduğu güzel ahlaklar ile ahlaklanabilmesi, sadece ve sadece Tasavvuf ile
mümkündür.
Allah-ü
Teâla, kullarının nefislerindeki şeytani kuvvetleri kırmak, onları Kur’an
ahlakıyla ahlaklandırmak için, Tasavvuf yolunu tesis etmiş ve Allah Dostlarını vazifelendirerek
onlara bu hususta salahiyet vermiştir. İmam-ı Rabbânî Hz. “Ey evladım, Mürşid kimdir, bilir misin?
Mürşid, Cenab-ı Hakk’a kavuşturan yolu kendisinden elde ettiğin ve bu yolda
ondan meded ve yardım aldığın kimsedir”
Allah’ın
veli kulları, Allah’ın nurunu kulların kalbine aksettirmekle vazifeli, her an
Allah-ü Teala ile beraber olan, Allah (c.c.)’dan bir lahza dahi gaflet etmeyen,
Sünnet-i Peygamberiyye’ye her cihetten yapışmış bulunan, görüldükleri zaman
Allah’ın hatırlandığı büyük zatlardır.
Hz.
Allah bizleri bu zatların yolunda olabilmeyi ve onların öğrettikleri ile de
amel etmeyi cümlemize nasip eylesin.