Yemek ve içmek, hayatın gayesi değil, gaye olan hakiki kulluğun vasıtasıdır. Onun için kişi önüne gelen ve eline geçen her şeyi değil, dinin müsaade ettiği şeyleri yiyip içmelidir.
Yenilen şeylerin ve alınan gıdaların, insanın maddi vücut yapısında ve teşekkülünde olduğu gibi, manevi terakkisinde de çok büyük te’siri vardır.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Allah güzeldir. Ancak güzel şeyleri kabul eder. Allah peygamberlerine emrettiğini mü’minlere de emretti” Hak Teâla şöyle buyurur:
“Ey Rasüller! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin ve salih amel işleyin.” Yine:
“Ey iman şerefi ile müşerref olan ehli iman! Size rızık olarak verdiklerimizden en temiz olanlarından yiyin.”
Bu ayetleri okuduktan sonra Efendimiz: Uzun yolculuğa çıkmış, dağınık, üstü başı perişan ve: Ya Rabbi! Ya Rabbi!, diye dua etmekte olan bir adamı zikrederek, “Onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, ve haram ile beslenmiş. Böyle bir kimsenin duası nasıl kabul olunur.” buyurmuşlardır.
Haram gıda ile beslenen uzuvlar, bir fesat makinesi gibi şerre çalışırlar. Haram yiyenlerin uzuvlarında günah ve kötülükler ortaya çıkar. Bu durum kişinin sulbünden meydana gelecek olan çoluk çocuğuna dahi sirayet eder. Helal ve temiz yiyen insanların azalarında hayırlar, faziletler ve güzellikler tezahür eder. Helal ve temiz yiyenin bünyesi sağlam, karakter ve seciyesi metin, kalbi huzurlu, ibadeti güzel ve duası makbul olur.
Ashabın büyüklerinden Sa’d bin Ebi Vakkas (ra) Hazretleri Peygamberimize (sav) gelerek: “Ya Rasülallah! Dua buyurunuz da ben duası makbul olanlardan olayım.” der. Peygamberimiz de O’na: “Ya Sa’d! Helal ve güzel(olan, haramdan arınmış olanı) ye. Duan kabul olur.” buyurdular. İyilikler daima iyiliği, kötülükler de daima kötülüğü celbeder. Bütün günahlar kalbi karartır, katılaştırır ve ibadet yapma zevkine mani olur. Ancak buna en çok müessir olan da haram lokmadır. Helal lokma ise başka hiçbir şeyin te’sir edemeyeceği şekilde kalbe te’sir eder. İyiliğe ve ibadet yapma zevkine sebep olur.
Allah dostlarından bir zat: “Vera ve takva cüzüne riayet ehemmi mehâmmı islâmiyyeden, eşeddi zaruriyyatı diniyyedendir. Bu riayetin medarı maharimden ictinap üzerinedir” Yani; “Vera ve takvaya riayet, İslamiyet’in mühim olan şeylerinin en mühimidir. Zaruriyyatı diniyyenin en önde gelenidir. Bu riayetin husule gelmesi haramlardan kaçınmaya bağlıdır.” buyurarak bu hakikatleri en güzel ve veciz bir şekilde ifade buyurmuşlardır.
İbrahim bin Ethem Hazretleri: “Kemale erenler, ancak midelerine girenlere dikkat etmekle kemale ermişlerdir.” der.
Yahya bin Muaz Hazretleri: “Taat (kulluk vazifelerini ifa) bir hazinedir. Anahtarı, dua; anahtarın dişleri ise helal lokmadır” der.
Abdullah bin Abbas (ra): “Midesinde haram lokma olan kimsenin ibadetlerini Allah kabul etmez” buyurmuştur.
Benzin ile işleyecek şekilde imal edilmiş bir motora mazot konulunca nasıl çalışması aksarsa, helal lokma ile hayatını devam ettirecek şekilde yaratılmış olan insan vücuduna şüpheli bir lokma girince ilahi füyuzat kesilir ve letaif çalışmaz hale gelir.
Kalbimiz adeta vücudumuzun pusulası gibidir. Füyuzat geldikçe o daima doğru istikameti, rıza-i ilahi, cennet ve cemali ilahi yolunu gösterir. Vücuda haram lokma girince kalbin ibresi yön değiştirir ve yanlış istikameti göstermeye başlar.
Her Müslümanın hususi ile maneviyat erbabının, gıdalarının helal ve temiz olmasına dikkat etmesi lazımdır. İslam büyükleri, çarşıdan, gelişi güzel yerlerden ve alâ meleinnas alıp yeme ve içmenin ilim ve maneviyat ehli kimseler için iyi olmayacağını ifade etmişlerdir.
Haramlardan kaçınmaya îtina göstermek icap ettiği gibi şüpheli şeylerden dahi kaçınmak icap eder. Bilhassa zamanımızda o kadar çok şüpheli gıdalar var ki; Müslümanların kendilerinin yaptığı veya çok iyi bildiği kimselerin yaptığını yemelerinden başka çare yoktur.
Nitekim Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Helaller bellidir, haramlar bellidir. İkisinin arasında müştebihat (yani haram olup olmadığı belli olmayanlar) vardır. Bunları insanların çoğu bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, ırzını ve dinini korumuş olur. Kimde şüpheli şeylere dalarsa, harama düşmüş olur...”
Değerli okurlarım
İslam büyükleri, yedikleri ve içtikleri şeylerin helal ve temiz olması hususuna çok hassasiyet göstermişlerdir. Hz. Ebu Bekir (ra) Efendimiz, bir gün kölesinin getirdiği sütten içti ve hemen kölesine, “Bunu nereden aldın?” diye sordu. Köle; “Kehanette bulundum, karşılık olarak bunu aldım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, içtiği sütü midesinden çıkarmaya çalıştı. Sonra: “Allahım! Midemde kalıp damarlarıma karışan kısmından sana sığınırım.” dedi.
Abdullah bin Ömer (ra): “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çöp gibi kalsanız da, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.” buyurmuştur.
Hulasa olarak; şuur ve idrak sahibi her mü’min, letaifinin, nur-u ilahi ile çalıştığına inanarak bu nuru söndürecek amellerden kaçınmalı, yediklerinin helal ve temiz olmasına, besmele ile kesilmiş veya hazırlanmış ve meşru bir şekilde te’min edilmiş, helal yollarla kazanılmış olmasına azami derecede itina göstermelidir. Helal ve temiz gıda almak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak bütün Mü’minler için, hususiyle de ehli ilim ve ehli maneviyat için en mühim vecibelerden biridir. Rabbim bizleri ve neslimizi haramlardan kaçınanlardan ve ibadeti kabul olunanlardan eylesin... (ÂMİN)