Douro’nun Kıyısında Huzurlu Bir Şehir: Porto

Bu şehir, gelen herkese sıcacık bir kucak açıyor.
Porto’ya vardığımda ilk gözüme çarpan şey, nehrin iki yakasına serilmiş kırmızı çatılar ve taş sokakların labirent gibi kıvrılışı oluyor. Daracık kaldırımlarda dolaşırken eski binaların rengarenk seramikleri, balkonlardan sarkan çamaşırlar ve şehrin kendine özgü telaşı hemen dikkat çekiyor. Douro kıyısına indiğinizde ise köprülerin gölgesinden geçen tekneler ile onları izleyerek içeceklerini yudumlayan gençlerle birleşen bu manzara, Porto’nun sıcacık karakterini ilk bakışta hissettiriyor.

Portekizliler kültür olarak soğuk ve mesafeli Avrupa kültürünün aksine, çok sıcakkanlı, aile bağları kuvvetli, gürültülü ve neşeli insanlar. Her ne kadar Akdeniz’e uzak olsa da, Akdeniz kültürüne çok yakın hissettiren bir yer burası. Rengarenk tarihi binalar arasında yüksek sesle ve neşeyle muhabbet eden teyzeler, balık tutarken birbirine laf atan amcalar İstanbul’da boğaz kıyılarını anımsatıyor bana. 

Çeşitli peynirleri, yarı işlenmiş etleri, taze okyanus balıkları, nefis balık köfteleri ve tabii ki Portekiz’in en sevileni Pastel de Nata tatlısı en meşhur yiyecekleri oluşturuyor. 

Porto’da bize en tanıdık gelecek şeylerden biri de yokuşlar! Şehirler küçük tepeciklerden oluştuğu için dar sokaklardan bol bol yokuş çıkıp iniyorsunuz. Uzun ve güzel sahiller, balıkçılar, müzisyenler de yokuşların sonlarının sürprizi oluyor.

Porto’daki Dom Luís I Köprüsü, şehrin en bilinen yapılarından biri. 1886’da Eiffel’in öğrencisi Théophile Seyrig tarafından tasarlanmış ve demirden inşa edilmiş. O yüzdendir ki görüntüsü biraz Eiffel Kulesi’ni andırıyor. Üst katından metro ve yayalar, alt katından ise araçlar ve yayalar geçiyor. Köprüden yürüyerek geçtiğinizde hem Ribeira semtini hem de Vila Nova de Gaia’daki şarap mahzenlerini aynı anda görmek mümkün, bu yüzden Porto gezilerinde mutlaka uğranması gereken noktalardan biri.